top of page
Bu metin, tam bir destanın tamamı değil; bir performanstan alınmış kısa bir bölüm gibi ilerler ve belirgin bir gerilim noktasında kesilir. Başlangıçta Alğır-Mergen’in ve eşi Arger-Aru’nun bolluk içindeki yaşamı anlatılır: evleri, sofraları, içkileri ve şenlik hâlleri “çok yiyip çok içilen” sahnelerle resmedilir. Alğır-Mergen, savras (açık doru) atıyla anılan yaşlı bir han/alp gibidir; toplumun merkezinde yer alır, fakat bir eksiklik sürekli hissedilir: İkisi de yaşlıdır ve çocukları yoktur. Bu çocuksuzluk, sadece ailevi bir hüzün değil, soyun devamı ve düzenin geleceği açısından da bir kırılganlık olarak arka planda durur.

Bir içki meclisinde Arger-Aru, “işitmesi güç” bir kehanet söyler. Kehanetin dili sayıların ağırlığıyla kuruludur: yedi gün sonra yedi bin alp gelip yurdu basacaktır. Burada iki şey aynı anda olur: bir yandan yaklaşan felaketin takvimi belirlenir, öte yandan zaman “sayılarla kutsallaştırılır.” Arger-Aru’nun sözleri, evin içindeki neşeli meclisi bir anda kader konuşmasına çevirir. Alğır-Mergen bu tehdidi ciddiye alır; “ordu toplama” ve “savunma hazırlığı” fikri aklına gelir. Kılıcını kuşanması, okunu-yayını hazırlaması, hanlık sorumluluğunu üstlenmesi gibi sahnelerle, yaklaşan baskına karşı “düzenin bekçisi” rolüne geçer.

Fakat metnin önemli hamlesi, kahramanın kehaneti “sınamak” ister gibi ava çıkmasıdır. Alğır-Mergen, sanki doğadan bir işaret aramak ya da söylenenin gerçekliğini ölçmek ister. Av sahnesi normalde kahramanın gücünü gösterecek bir alan iken burada tersine çevrilir: Ne kuş vurabilir ne de hayvan bulabilir. Doğanın suskunluğu, yaklaşan felaketin alameti gibi verilir; sanki dünya, kahramana “artık bildiğin düzen işlemiyor” demektedir.

Bu gerilim içinde Alğır-Mergen bir tepenin üzerinde olağanüstü bir varlık görür: altın boynuzlu beyaz bir geyik (metinde “zlatorogiy” yani altın boynuzlu imgesi özellikle öne çıkar). Kahraman bu geyiği vurmak ister; ok ya da kurşun işlemeyip parçalanır. Bu, sıradan avın artık mümkün olmadığını ve karşıdaki varlığın “öte dünyanın işareti” olduğunu gösterir. Geyik, kahraman yaklaşınca insan gibi konuşur; sonra yerin altına açılan bir deliğe doğru sıçrayarak kaybolur. Böylece geyik, yalnız bir hayvan değil, yer altı dünyasına açılan kapının rehberi hâline gelir: Av sahnesi bir eşiğe dönüşür.

Alğır-Mergen geyiği takip etmek ister. Ancak burada at devreye girer: Kahramanın ak konır (metinde özellikle uyarıcı-sezgisel bir at figürü) titrer, ürker ve ilerlemek istemez. Atın korkusu, yer altına geçişin tehlikesini önceden sezmesi gibi okunur. Kahraman ise öfkelenir; atı kamçılar ve onu zorlamaya kalkar. Metin tam bu gerilim noktasında yoğunlaşır: bir tarafta “kehanet-yer altı kapısı-doğaüstü geyik” zinciri, diğer tarafta “atın uyarısı-kahramanın öfkesi” çatışması. Fragman burada kesilir; yani okur/dinleyici, yer altı kapısının ardında ne olduğuna, yedi gün-yedi bin tehdidinin nasıl biçimlendiğine bu metin parçasında doğrudan ulaşamaz. Bölümün etkisi, tam da bu kesilme anında ortaya çıkar: kahramanın kaderiyle yüzleşmek üzere eşiğe geldiği, fakat adım atmadan önce atın “dur” dediği bir eşikte bırakır.
bottom of page